Endülüs Hatıraları

Image
  • 12 Ekim

Herkese Selamlar! Ben Çelebi Programı III. Kademe öğrencisi Ayşenur Aktaş.

Bu yazımda sizlere Eylül ayında gerçekleştirdiğimiz beş günlük tatlı Endülüs seyahatimizden
bahsedeceğim. Endülüs, günümüzde İspanya’nın güneyindeki bir özerk bölgedir. 711 yılında
Berberi asıllı Müslüman, Tarık Bin Ziyad tarafından fethedilmesinden sonra Granada’daki
Beni Ahmer devleti düşene kadar yaklaşık sekiz asır sürmüş bir İslam medeniyetidir. Bu sekiz
asırda Orta Çağ Avrupası Karanlık Çağ yaşarken kelimenin tam anlamıyla Altın Çağı yaşamış
bir medeniyettir. Endülüs’ü gezerken, Reconquista'dan (yeniden fetih) sonra silinmiş olsa da
hala yer yer İslamiyet’in izlerini görebiliyorsunuz.


Biz gezimize güzel bir sahil kenti olan Malaga’ya inerek başladık. Ardından şu an günümüzde
Utrecht Antlaşması ile İngiltere’ye bağlı olan Cebel-i Tarık’a gittik. Bir tepeden oluşan
bölgeye şu an biz giremesek de bir zamanlar Tarık bin Ziyad Endülüs’ü bu topraklardan
başlayarak fethetmiş. Ardından yine tatlı bir sahil kasabası olan Tarifa’yı gezdik. Genellikle
buralarda İslam medeniyetinden neredeyse hiçbir iz kalmamıştı.


İkinci gün gezimize daha çok Endülüs medeniyetinin izlerini görebileceğimiz ve birçok
arkadaşımın da beğendiği Sevilla, eski ismiyle İşbiliye'ye giderek devam ettik. İspanya’da her
şehirde bir İspanya meydanı bulunuyor. Sevilla’da bu meydanların en güzelini görme imkanı
bulduk. Antik mimarisi, ortasında duran süs havuzu, etraftaki yelpaze satıcılarıyla hoş bir
havası var. Bundan sonraki durağımız bir zamanlar camii olan günümüzde minaresi çan kulesi
olarak kullanılan Sevilla Katedrali ile Giralda Kulesiydi. Giralda Kulesi ismini çan kulesinin
üstünde duran Giralda isimli melek figüründen alıyormuş. Bu alanı gezerken Ebu'l Bekanın
yazdığı, Endülüs yıkılırken II.Beyazıd'a yardım için sunulan Endülüs'e Ağıttan "Cami
kilisedir artık,hilal yerine haç asılı. Nur yüzlü ezan yerine bitmeyen bir çan sesi,baykuş
uğultusu..." mısraları da aklımdan geçmedi değil.


Daha sonra rotamızı Endülüs'ten kalma en büyük camii kalıntılarını bulabileceğimiz Kurtuba
(Córdoba) şehrine çevirdik. Günümüzde hala camii kalabilseydi 50.000 Müslüman'ın rahat bir
şekilde ibadet edebileceği bir yerdi Kurtuba Camii. Endülüs'ün Ayasofya'sı diyebileceğimiz
bu yer, Müslümanlar fethettiğinde bir kiliseydi. Daha sonrasında kılıç hakkı olarak ama
karşılığında da Hristiyan dünyasına yüksek meblağlar ödenerek camiiye çevrildi. Şimdiki adı
La Mezquita - Catedral yani Katedral Camii. İçinde kilise kısmını, rahip mezarlarını,
Reconquista’yı tasvir eden tabloları, bir zamanların Engizisyon Mahkemelerini
görebileceğiniz bir yapı. Cami Katedralin kemerlerinde bile mesajlar mevcut. Endülüslü insanların  duygusal yapısı kemerlere de yansımış, bir zamanlar burayı fetihe gelseler de hala memleketlerine duydukları bir hasret vardır. O yüzden kiremit rengi taş, güneşi; beyaz renkli taş da çöl kumunu temsil eder.


Üçüncü günümüzde Reconquista’da son düşen şehir Granada'ya ve yağmalanmasına rağmen
hala çok güzel olan Elhamra Sarayı’na gittik. Sierra Nevada dağlarının eteklerine kurulmuş
Granada şehri benim en sevdiğim şehir oldu. Hem şehrin içinde o beyaz Endülüs evlerini hem
de batı mimarisini görebileceğiniz bir şehir. Endülüs'ün İncisi, Elhamra Sarayı’na gelecek
olursak çok büyük ve ince işlenmiş bir saray. Sarayın duvarlarında Allah’tan başka galip
yoktur anlamına gelen "La Galibe İllallah" yazılarından fazlaca görebilirsiniz. Yine her şeye
bir mana yükleyen Endülüslülerin izlerine burada da rastlayabiliriz. Sarayın duvarlarındaki
sarı taşlar bereketi, beyaz taşlar saflık ve temizliği temsil eder.. Bir zarafet timsali olan
Elhamra Sarayı beni ve arkadaşlarımı fazlasıyla etkiledi. Haremiyle, yazlık ve kışlık
bölümleriyle Allah’ın tekliğini haykıran, bir o kadar da güzelliğiyle insanın ağzını açık
bırakan, burada anlatmaya başlarsam muhtemelen satırlarca sürecek bir saray...


Yazının sonlarına doğru bu güzel medeniyet hakkında birkaç kelam edecek olursak: Endülüs
inanılmaz derecede bilimin, sanatın ve edebiyatın gelişmiş olduğu bir medeniyet. Hatta
öylesine gelişmiş ki Hristiyan rahipler dahi Endülüslü hocalardan ilim öğrenmiş. Arapça ilmin
dili olmuş, İnciller bile Arapça yazılmıştır. Tabi Endülüs böylesine gelişmişken onu yıkmak
isteyen bir Hristiyan dünyası da vardı. Özellikle Endülüs tarihini okursanız Kraliçe Isabel
bilindik adıyla Pasaklı Isabel’in adını sık duyarsınız. Kendisi Endülüs'ün yıkılışı için çeşitli
yeminler etmiştir. En bilindik olanı ise Endülüs düşene kadar banyo yapmama yeminidir.
Ömründe 2 kere banyo yaptığı bile rivayet ediliyor. Endülüs böylesine gelişmişken onun
yıkılışına sebep olan şey ise saltanat ve taht kavgaları. Zamanla artan bu saltanat kavgaları
yüzünden devlet kendi içinde küçük beyliklere bölündü. İlk olarak 1085 yılında Toledo (eski
adıyla Tuleytula) Hristiyan hakimiyetine geçti. Ondan sonra zamanla diğer şehirler tek tek
yıkılmaya başladı. 2 Ocak 1492'de son şehir Granada düşünce Reconquista (yeniden fetih)
tamamlanmış oldu. Kendi içinde parçalanmalarla yıkılışa giden Endülüs Devleti’nin
serüvenini görünce anlıyoruz ki biz birlik olmazsak dışarıdaki güçler zaten bizi yıkmaya,
parçalamaya hazır.