Avrupa Rüyası (!)

Image
  • 13 Kasım

Selamün aleyküm,

Ben Çelebi Programı III. kademe öğrencisi İclal Demir.

Yazıma başlarken hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, bu program bana ve diğer tüm Çelebi arkadaşlarıma birçok şey katmakla birlikte birçok ilki de yaşattı. Bu ilklerin en güzeli yurt dışına çıkma deneyimi oldu. Sık sık sokak röportajlarında duyduğumuz ve dillerden düşmeyen Avrupa'yı yakından görme fırsatı yakaladık.

Öncelikle yazının devamında kullanacağım bir tabiri açıklamak istiyorum. Hepimiz bir yerlerden ''Amerikan rüyası'' tabirini duymuşuzdur. Bu tabirle sınıf-statü fark etmeksizin herkesin toplumda kendi başarısını elde edebileceği inancı lanse edilerek başarısızlığın sadece kişinin kendi hatalarıyla ilgili olduğu söylenir. Ben ise bunu ''Avrupa rüyası'' olarak ele alacağım. Küçüklüğümüzden beri bize empoze edilmiş bilgilerle gençlerin neredeyse tamamı ülkeden gitmenin, Avrupa rüyasının bir parçası olabilmenin derdinde. Maalesef ülkenin büyük bir bölümü herhangi bir Avrupa ülkesine gittiğinde hiçbir suçla, zorbalıkla, ahlaksızlıkla ve adaletsizlikle karşılaşmayacağı düşüncesinde. En büyük yanılgıları ise; neredeyse hiç çalışıp çabalamadan zenginlik içinde yaşayacaklarından emin olmaları...

Ekonomik bir kıyaslama yapmamakla birlikte Almanya, Belçika ve Luxemburg gezimizde ve uçak yolculuklarında birçok insanla konuştuğumda zannedildiği gibi bir durumun olmadığını gördüm. Dünyanın neresinde olursanız olun başarı, zenginlik vb. şeyler için çok çalışmak zorundasınız. Ama bize dayatılan ''Avrupa rüyası'' bunun tam tersini savunuyor.

Hazır rüyalardan ve gerçek dışı şeylerden bahsetmişken gerçek dışı olmasını isteyeceğimiz bir olayı anlatmak istiyorum. Almanya'da bir mahkeme salonunda 3 dakikada, 16 bıçak darbesiyle, 3 yaşındaki oğlunun önünde öldürülen hamile bir kadın düşünün. Kulağa çok olağan dışı geliyor değil mi? Avrupa’nın güven, adalet, disiplin ve kuralcılığıyla ünlü ülkesi Almanya'da böyle bir olay nasıl yaşanabilir ki zaten?

Ama maalesef gerçek. Mısırlı bir eczacı olan Marwa El-Sherbini, eşi Elwy Ali Okaz'la beraber Almanya’nın Dresden şehrinde yaşıyordu. Marwa 21 Ağustos'ta oğlu ile beraber Dresden'deki bir oyun parkına gitmişti. O sırada Rusya'dan Almanya'ya göç etmiş olan Alex Wiens ve yeğeni de aynı parktaydı ve salıncaklarda oturuyorlardı. Marwa'nın oğlu Mustafa salıncakta sallanmak isteyince Marwa, Alex'e salıncakta yer verip vermeyeceğini sordu. Alex hakaretlerle birlikte ''Oğlun da büyüdüğünde senin gibi bir terörist olacak. Eğer salıncakta sallanmak istiyorsa onu ölümüne sallarım.'' diyerek tehditlerde bulundu. Bunun üzerine Marwa haklarını aramaktan geri durmadı. Polisi arayıp Alex Wiens hakkında şikayetçi oldu. İlk mahkemede para cezasına çarptırılan Alex, Marwa El-Sherbin’in nezdinde bütün Müslümanları kast ederek ''Bunun gibi canavarlara hakaret edilmez, çünkü bunların yaşamaya bile hakkı yok.'' dedi.

Wiens para cezasına itiraz edince, 1 Temmuz 2009'da istinaf mahkemesinde  duruşma düzenlendi. Marwa'nın kardeşinin söylediklerine göre o güne kadar Wiens'in tehditleri devam etmiş, hatta Marwa'yı öldüreceğini söyleyen bir mektup bile yazılmıştı.

Mahkemede ''Bizim dinimiz hoşgörü dinidir, ben de Alex'e hoşgörü gösteriyorum.'' diyen Marwa, eşi ve oğluyla mahkeme salonundan ayrılırken Alex Wiens çantasından çıkarttığı 18 santimetrelik bıçakla Marwa'ya saldırdı. 16 bıçak darbesi alan Marwa'yı saldırgandan kurtarmaya çalışan eşi Elwy de aynı şekilde bıçak darbeleriyle ağır şekilde yaralanmıştı. O sırada başka davada görevli bir polis memuru, saldırı seslerini duyup duruşma salonuna girdi. Elwy Okaz’ı saldırgan zannederek onu silahla bacağından vurmuştu. Marwa, aldığı bıçak darbeleriyle oracıkta hayatını kaybetmiş, Elwy Okaz da bilincini kaybederek onun yanına düşmüştü. Bütün bunlara şahit olan 3 yaşındaki Mustafa ise, hâkimin ifadesine göre “tek bir ses bile çıkartmadan” anne ve babasının yanında kalakalmıştı. Marwa öldürüldüğünde 3 aylık hamileydi. Otopsi raporunda kalbine, sırtına ve kollarına isabet eden bıçak darbelerinin çok derin olduğu, kendisini savunacak zamanı bile bulamadığı ve olay yerinde kalbine aldığı yarayla iç kanamadan hayatını kaybettiği yazıyordu.

Akıllarda birçok soru bırakıyor bu olay... Alex o bıçak ile mahkeme salonuna nasıl girebildi? Marwa'ya yazılan ölüm tehdidi mektubu neden dikkate alınmadı? Mahkemede güvenlik güçleri Alex'i engellemek yerine neden Marwa El-Sherbini'nin eşinin üzerine saldırdı? Mahkeme salonundakiler neden Alex'in Marwa'yı 3 dakika boyunca bıçaklamasını izledi? Bunlar gibi cevaplanmayan birçok soruyla birlikte kapandı dava.

Bu olayın ardından mahkemelerde güvenlik önlemleri arttırıldı, Marwa’nın öldürüldüğü mahkemenin önündeki alan “Marwa-El-Sherbini Parkı” olarak adlandırıldı ve Dresden Belediyesi parkı Uluslararası Irkçılıkla Mücadele Haftaları’nın bir parçası olarak “Duruşunu Göster!” ana temasıyla açtı. Marwa’nın ölümü Almanya’da yaşayan veya yaşamayan tüm Müslümanların tepkisine neden oldu bunun üzerine Marwa’nın öldüğü gün yani 1 Temmuz tarihi ‘İslam Düşmanlığı ve Müslüman Karşıtı Irkçılıkla Mücadele Günü’ ilan edildi. Bu günün önemini anlatmak için yazımda Almanya İslâm konseyi başkanının sözlerine yer vermek istedim. “Marwa el-Sherbini’nin katledilmesiyle insanlar, Almanya’da İslam düşmanlığının olduğunu ve bunun üzerine konuşulması gerektiği kanaatine vardı. Bu çok önemli. Çünkü ilk defa Almanya, dininden dolayı bir kişinin katledildiğini kabul ediyor. Bundan dolayı bir şeyler yapılması kanaatine varıyor. Biz Müslümanlar, bunu hatırımızda bulundurmamız gerekiyor ve bugünü iyi bir şekilde kullanarak mevcut İslam ve Müslüman düşmanlığına işaret etmemiz gerekiyor.”

Almanya’ya gittiğimizde oradaki hocalardan her gün Almanya hakkında bilgilendirici dersler alıyorduk. Marwa-El-Sherbini’yi ilk kez orada duymuştum.  Bu ve buna benzer Almanya'da yaşanan ırkçılık, İslamofobi ile ilgili olayları anlattıkları gün kendimi suçlu hissettim. Özellikle gençler olarak vaktimizin çoğunu sosyal medyada geçirmemize rağmen bu tür olaylardan bihaber yaşamamız kendimi sorguya çekmemi sağladı. Belki de şu an dünyanın bir yerinde sadece benimle aynı inanışa sahip olduğu için birileri aşağılanıyor, şiddete uğruyor ve hatta öldürülüyor. İş fiziksel şiddete varmadan önce sosyal baskı ve psikolojik şiddetin, insanların yaşam kalitesini azalttığı gerçeğini de göz önünde bulundurmak gerekli.

Bu noktada “Biz bu konuda neler yapabiliriz?” sorusunu sordum kendime. Aslında yapmamız, gerekeni Peygamber Efendimiz (sav) şu hadisinde açıklamış: “Bir kötülük gördüğünüz zaman, onu elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmezse, dilinizle düzeltin, buna da gücünüz yetmezse, kalbinizle buğzedin."

Hadis alimleri el ile, yani fiilen engel olmak yöneticilerin; dil ile, yani tebliğ, öğretim, ikaz ve nasihat ile engel olmak alimlerin; kalben buğz etmek, kötülükten nefret etmek ve tiksinmek suretiyle karşı gelmek de halkın görevi olduğunu ifade etmişlerdir. Şu an bir lise öğrencisi olarak benim ve arkadaşlarımın elinden gelen dua etmek… Dualarımızda onları hatırlamalı, acılarını paylaşmalı ve dertleriyle dertlenmeliyiz… Fiili duamızı ise çalışarak, kendimizi geliştirerek, haksızlığın karşısında durarak ve insanlık için faydalı olarak yapacağız.

Yazımı George Carlin'in sevdiğim bir sözünü revize haliyle bitirmek istiyorum... ''Avrupa rüyası deniyor, çünkü inanmak için uykuda olmanız gerek.''.