İnsan; “toplum halinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı” olarak tanımlanıri. (TDK Güncel Türkçe Sözlük) Kur'an- ı Kerim'de de 65 yerde zikredilen bu canlı “eşref-i mahlûkat” yani yaratılmışların en şereflisi unvanı ile taçlandırılmıştır. Aynı zamanda akıl ve irade gibi güçlü yetileri bulundurabilmesi de onu diğer varlıklardan ayırmış, bunlarla birlikte de hayatında birçok gelişim ve değişim evrelerini oluşturmuştur. Bizler bu evreleri kabaca bebeklik, çocukluk, yetişkinlik ve yaşlılık olarak sıralayabiliriz. Çocuk Hakları Kanununa ve Birleşmiş Milletlere göre 18 yaşının altındaki her birey çocuk olarak adlandırılmaktadır. Ben de bir çocuğum ve yazımda “çocuk” kavramına özellikle dikkat edeceğim. Neden diye soracak olursanız, bu aralar herkesin konuştuğu ve üzerinde tartıştığı 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nü geride bıraktık. Bu gün bence de gayet açıklanmaya ve sorgulanmaya değer bir mana taşıyor.
Hak, hukuk düzeninin insanlara sağladığı yetkiler ve kişi menfaatlerinin hukuk kurallarınca korunması anlamına gelmektedir. Bir insanın hangi evrede olursa olsun sahip olduğu doğal haklar vardır: yaşama hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü… Bir çocuğa verilebilecek haklar da bundan farksızdır aslında. 20 Kasım, Birleşmiş Milletlere göre 1989 yılından bu yana özellikle savaş ve yoksulluğun hüküm sürdüğü coğrafyalarda yaşam mücadelesi veren çocukları korumak ve koşullarını iyileştirmek maksadıyla imzalanan çocuk haklarına dair sözleşme ile birlikte Çocuk Hakları Günü ilan edilmiştir. Toplamda 193 ülke tarafından imzalanan bu sözleşme, en fazla sayıda ülke tarafından imzalanan belge olarak da kayıtlarda yer almaktadır. Bir çocuğun temelde sahip olabileceği en önemli ve koşulsuz hak -insan olmasının da tabii bir gereği olarak- yaşama hakkıdır.Fakat UNICEF'in verileri bize sadece 2010-2020 yılları arasında çatışma ortamlarındaki çocukların karşılaştığı ve kayıt altına alınmış 170 bini aşkın ağır ihlalin yaşandığı bildirdi. Suriye’de bu yıllar arasında yaşanan iç savaşta 10 bin çocuğun hayatını kaybettiği belirlenmiştir. Gazze'de ise geçen her 10 dakikada bir çocuğun öldürüldüğü belirtilmiştir. Düşünsenize her 10 dakikada bir çocuk öldürülüyor. Günde ne kadar ettiğini hesaplamaya inanın vicdanım dayanmaz. Üstelik bu çocuklar “ölen” değil “öldürülen” konumundadır. Karşılarında yıllardır köklerini saldıkları vatanlarından onları zorla çıkartmaya çalışan ve küçücük, daha bakıma ihtiyaç duyan bir çocuğu potansiyel terörist olarak gören bir işgalci örgüt var. Üstelik kendilerine göre var olan bu potansiyeli bir savaş sebebi görebilecek kadar da akılla ve dahası vicdanla çatışan bir anlayışla.
Kendinizi -benim gibi- bir çocuk olarak düşünün… Bir günde rutin olarak yaptığınız ve en başta gelen aktiviteleriniz nelerdir? Yemek yemek, okula gitmek, hastaneye gitmek... 7 Ekim’den bu yana İsrail’in kendileri üzerine yıllardır yaptığı taarruzun çok daha şiddetlisine maruz kalıyor Gazzeli çocuklar. Sınırlı bir miktarda suya bile eşek ve at arabalarıyla ulaşabiliyorlar, ufacık bir ekmeği satın almak için bile saatlerce aileleriyle sıra beklemek zorundalar ya da zorundalardı mı demeliydim? İşgalci İsrail’in 25 Ekim’de Gazze şeridinin un tedarik yapan tek fırını “El -Megazi “yi -mülteci kamplarının yanı sıra yerlerinden zor edilen on binlerce kişiye ekmek sağlayan Gazze'nin yegane fırını- hedef alarak yapmış olduğu hava saldırısı sonrası artık sıra beklemelerine de gerek kalmadı. Ya da yaklaşık 9 milyar insanı doyurabilecek kapasiteye sahip Afrika, kıtalarını pervasızca sömüren ve sömürdükçe doymak bilmeyen işgalciler yüzünden günde 10 bine yakın çocuğun öldüğü bir coğrafya haline geldi.
Çocukların sahip olduğu bir diğer hak ise eğitimdir. Eğitim; bireyin duygusal, becerisel, zihinsel olarak sahip olduğu yetenekleri belirlenen amaç doğrultusunda geliştirmesidir. Biz bunu formal veya informal olarak 2 ayrı kutupta inceleyebiliriz. Formal olan eğitim; amaçlı ve önceden hazırlanmış ,değerlendirmesi sınavla yapılan bir kutup. İnformal olan eğitim, gelişigüzel ve yaşam içinde kendiliğinden süregelen ikinci bir kutuptur ii. Eğitim hakkı kapsamında bizlerin baza aldığı ilki, yani formal eğitimdir. Her çocuk formal bir eğitim alma hakkına sahiptir. Ya da her çocuk ifadesi yanlış mı oldu? Size, eğer Filistinli bir çocuk iseniz, okuma hakkınızın olmadığını söyleyebilir miyim? Maalesef evet. Okul, yani içerisinde eğitim görülen mekan, Filistinliler için sadece bir sığınak olmuş durumda. Kaldı ki, üyesi olduğu Birleşmiş Milletlere ait okulları bile pervasızca vurarak eğitime verdiği değeri(!) her defasında ortaya koyan isr*il, ben bu yazıyı yazarken 266 adet okulu hedef alarak hizmet dışı bırakmıştır. Beni en çok etkileyen açıklama da Gazze'deki Milli Eğitim Bakanlığından gelmişti: “Birçok öğrencimizin şehit olması nedeniyle 2023 - 2024 öğretim dönemi sona ermiştir.” Galiba bu açıklama her şeyi anlatmaya yetiyor. Bundan bir sene öncesinde üniversite mezuniyetleri düzenleyen Gazze’nin artık eğitim görecek öğrenci bile bulamaz hâle gelmesi ise vaziyetin en acısıdır.
Çocukların artan ölüm oranını en çok tetikleyen etkenlerden biri de sağlık işlerinin yetersiz yürümesinden kaynaklanmaktadır. Bugün ufak bir baş ağrısında yaşadığımız devletin bizler için tesis ettiği hastanelere gidip tedavi olabilmekteyiz. Çünkü sağlık hakkı ve beraberine verilen hizmet, bir çocuğa insan olması dolayısıyla aktarılmış ve yaşama hakkı ile paralel bir sistem üzerine kurulmuş bir haktır. Bu hak hem hizmetin verildiği binanın içinde çalışan doktorlara hem de ondan yararlanmak isteyen insanlara karşı pek çok sorumluluk barındırır. Örneğin ışıksız bir ortamda operasyon yapılmaz, anestezisiz ameliyat yapılmaz ya da ne bileyim, ölülerle aynı odada tedavi edilmezsiniz. Tabii Filistin'de değilseniz. İşgalci İsrail’in yakıtları ve elektrikleri kesmesi ile birçok doktor operasyonları kendi telefon ışıkları ile yapıyor. Anestezi kullanılmadan yapılan ameliyatlarda acıya dayanamayan birçok çocuk ve genç yaşamını yitiriyor. Kasıtlı olarak hastaneleri bombalayan isr*il, hem tıbbi ekipmanların tükenmesine aldırış etmiyor hem de içerideki hastaneyi barınak olarak kullanan birçok çocuk ve yetişkini vurmaktan çekinmiyor. Aynı zamanda şeritte kesilen elektrikle kuvözde yaşamına devam eden birçok bebeğin de göz göre göre ölümle baş başa bırakıldığını eklemekte fayda var.
Okumak, yemek, içmek… Bunların hepsi özgürce yapılan eylemlerdir. Bugün biz kendimizce çocukların özgürlüğünün kısıtlanmasını çocuğun uyku saatinin 22.00 olarak belirlenmesi ya da oyun oynayacağı saatin miktarının sınırlandırılması vs. olarak yorumlandırabiliriz . Ama aslında bu özgürlük denen kavram, o kadar da basit değil. Şu anda Filistin, dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak nitelendiriliyor. 1967’den 2020’nin sonuna kadar isr*il hapishanelerinde tutuklanan Filistinli çocukların sayısının 50 bini aştığı bilinmektedir. Aynı zamanda çocukları dünyada askeri mahkemelerde yargılayan tek ülke (!) isr*il'dir. Bu çocuklar, hapse neden atıldıklarını bile bilmeden aylarca, belki de yıllarca, orada tutuluyorlar. Bana kalırsa ülkesi işgal edilmiş hiçbir çocuk buna karşı çıkması üzerine hapse atılmayı hak etmiyor, hiçbir çocuk vasiyetini yazabilecek kadar umutsuz olmamalı, hiçbir çocuk üzerinden bomba geçtiği bir günü normal karşılamamalı, hiçbir çocuk dünyanın görmezden geldiği bir eşya konumunda olmamalıdır. Bazen kendimizi sorgulamamız gerektiğine inanırım ben. Evet, bu insanların ve hatta çocukların karşılarında kimler olduğu belli. Peki ya gerçekten yanlarında kimler var, yoksa koca bir boşluk mu? Biz dünyada yardım bekleyen ve hakları ihlal edilen çocukların neresindeyiz? Öte yandan aslında “Çocuk Hakları” olarak kutlanan 20 Kasım gününün işlevini sağlayamaması, varlığı konusundaki gereksinim koşulunu da ortadan kaldırır.
Dünyadaki her çocuğun yaşama, eğitim, sağlık gibi haklarının temini karşısında yaşanan zorluklar kötü bir hâl almıştır. Bu hakların değeri de yalnızca hakları ihlal edilen çocuklarca bilinmiştir. Bunu biraz şu duruma benzetebiliriz. Oyuncağı çok olan bir çocuk oyuncağının değerini ancak azalmaya başlayınca anlar. Bizler de kendilerine kolayca erişebildiğimiz yaşama, sağlık, eğitim gibi hakların çoğunu bolluk bereketlik içinde elde ettiğimizden bu kavramların değerlerini pek de kavrayamadığımız kanaatindeyim. Aslında böyle olmamalı. Eğer ki bir yerden başlayacaksak bu, kelimelerin içini boşluk kalmayacak şekilde doldurmak olmalıdır. Daha sonra anlamalı ve hissetmeliyiz, belki de hakları ihlal edilen onlarca çocuğun verdiği mücadeleye kafa yorarak. Sana bir soru, yerine koyarak mı? İnsan olmanın getirdiği bir vicdan mı? Müslüman olarak Peygamberimiz’in hadisi mi? Yerine koymak kavramı bana çok geçmedi açıkçası. Çünkü anlayamayız...Düşünebiliyor musunuz? Filistin'de çocuk olmak…
Nedir diye sorsalar Filistin’de çocuk olmak
Yaslanacak bir duvar dahi bulamamak derdim
Nedir diye sorsalar Filistin’de çocuk olmak
Allah’a kavuşmak için günleri saymak derdim
Şehadet tokluğuyla karın doyurmaktır Filistin'de çocuk olmak
Kaç milyar Müslüman içinde bir avuç kaldığını
Dayanağının bir tek Allah olduğunda anlamaktır
Aslında çok şeydir Filistin'de çocuk olmak
Selahattin Eyyubi'nin neşesi, Mursi'nin direnişidir
Şevval Selber
Çelebi IV. Kademe Öğrencisi
2024 Designed By Vakıf Global